Bir Interrail Macerası - Fransa - Merhaba Hüzün

19 Ağustos sabahı güneş ışığıyla uyandım. Hostelden ayrılmadan odadaki son fotoğraflarımı Mısırlı Ali ile çekip dışarı attım kendimi. Yalnız seyahat etmek benim için bir bilinmezdi ve belki de imdadıma Sarah'nın telefonuma gönderdiği mesaj yetişti. Nöbetini akşama kadar ertelemiş ve yarım saat içinde Gare du Nord'da buluşabileceğimizi söylüyordu. Sanırım yalnız seyahate ne kadar geç başlasam o kadar iyiydi.

Hostelin yakınındaki metro durağına hızlı adımlarla yürüyüp treni beklemeye başladım. Sabah 10 sularıydı. Annemi, anneannemin durumunu sormak için aradığımda sesi her zamanki gibi durgundu. Yaklaşık 1,5 aydır hastanede zor anlar yaşayan anneannemin yanında olduğunu anlayınca Fransızca nasıl olduğunu sordum. "Kötü" dedi. "O zaman sonra konuşuruz" deyip kapadım. İçim ezilmişti yine. İnsan bu satırları yazarken bile o anları tekrar yaşıyor. 15-20 dakika içinde Sarah ile buluşmak az da olsa teselli etti beni. Şehir merkezinde ufak bir yürüyüş ve kahvaltı sonrası Dan Brown'un "Da Vinci'nin Şifresi" isimli kitabında geçen "Eglise de Saint-Sulpice - Saint Sulpice Kilisesi" önünde birkaç resim çektim.


"Fontaine Saint Michel - Saint Michel Çeşmesi" cıvarında biraz soluklandıktan sonra da Seine Nehri'ni geçip öğle yemeği için bir lokantaya girdik. Siparişi verdikten sonra yemeği beklerken söylemesi ayıp tuvalete indim. Yukarı çıkarken telefonuma baktığımda babamın aradığını gördüm. Duymamışım. Nedense garip hissettim bir an. Babamın numarasını çevirdim. Gayet soğukkanlı bir ses vardı karşımda:

"Birantçığım anneanneni biraz önce kaybettik. Başın sağolsun." Anında gözlerimden yaşlar boşaldı. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. 1,5 aydır hastanede aralıksız ziyaretlerle başlayan bir süreç, umudumu kaybetmediğim günler, bir anda elimden kayıp gitmiş, Melek'im uzaklara uçuvermişti. Sarah durumu biliyordu ama o da şoke olmuştu. Sağolsun beni teskin etti. Her ne kadar gülümsemeye çalışsam da onu istasyondan Lille'e uğurlayana kadar içten içe ağlıyordum. Hostele döndüm.

Tamamen sudan çıkmış balık gibiydim. Ne yapacağımı bilemiyordum. Evi aradım. Annem çıktı telefona. Cenazenin ne zaman kalkacağını sordum. Pazar günü ikindiyi müteakip kalkacağını söyleyip gelmememi tembihledi. Ardından konuşmamızı dinleyen dedem de konuya müdahil olup kesinlikle tatilimi bölmemem gerektiğini, gelmemin hiçbirşeyi değiştirmeyeceğini, yapacak birşey olmadığını söyledi. Başsağlığı dileyerek, gözyaşları arasında telefonu kapadım. Gitmek konusunda içim içimi yiyordu. Yakın çevreme vefat haberini verdikten sonra Burak'ın ve Kuzey'in telkinleriyle dönüş kararımı kesinleştirdim. Eve haber vermeden THY uçuşlarına baktım. Sabah 7:10 uçağında yerimi ayırttım. Şans işte! Büyük bir şehirdeydim. Bir gün sonraki uçuşta yer vardı. Kafamı dağıtmak için biraz dışarı çıktım. Bir yandan da sabahın köründe havaalanına nasıl gideceğimi düşünüyordum. Metro durağına gidip zayıf Fransızcamla konuyu anlatmaya çalıştım. Allah'tan görevli çok insaflı çıktı ve yaklaşık 15 dakikalık telefon konuşması sonrası bana sabaha karşı saat 03:11'de arka sokaktaki duraktan otobüse binip 03:56'da başka bir durakta aktarma yaparak saat 04:11'de Orly'e varabileceğimi söyledi. Türküz ya, bana saçma geldi işte. Eşeği sağlam kazığa bağlamak için durağa gittim. Zaman çizelgesi de 03:11 diyordu. "Hadi hayırlısı!" dedim içimden. Hostele dönüp anneme geleceğimi haber verdim.

Mutfakta birşeyler atıştırıp seyahat kitabıma boşboş yarım saat kadar baktıktan sonra odama çıkıp yattım. Hemen uyumuşum.

Hiç yorum yok: